Toplumun temelini sarsan en büyük tehlike zina ve buna paralel olarak yaygınlaşan eşcinselliktir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in “Allah indinde, zinadan büyük günah yoktur” ve “Sizin için en çok korktuğum şey, zinadır” şeklindeki ve buna benzer onlarca hadislerinde dikkat çektiği zina dinimize göre en ağır günahlardan ve İslam hukukuna göre en ağır suçlardandır. Yine toplumların yerleşik kuralları olan örf ve geleneklerinde de zina ağır suçlardan sayılmıştır. Ahlak mefhumunu tarumar eden ve nesillerin güvenliğini tehdit eden bu suç için derhal önlemler alınmalıdır.
Evrensel bütün hukuk kurallarına göre kutsal sayılan ve garanti altına alınan değerler arasında, kişilerin can, mal, akıl ve namus güvenliği sayılmaktadır. Yürürlükteki yasalar kişilerin can güvenliğinin, mal güvenliğinin ve akıl güvenliğinin sağlanması için ne kadar uğraş veriyorsa namus güvenliği için daha fazla uğraş vermelidir.
Zina toplumun çekirdeği olan aile yapısının temeline konmuş bir dinamittir. Ailenin korunması tüm hükümetlerin öncelikli vazifesidir. Bu doğrultuda zinanın yasalarımızda bir suç olarak tanımlanmasının vakti gelmiş ve geçmektedir.
Yürürlükteki Medeni Kanunumuz nesebin korunması için boşanan kadınlara bekleme süresi koymuştur. Medeni kanunun 132. maddesine göre, boşanan bir kadın hâkimin yazılı izni olmadan 300 gün dolmadıkça yeni bir evlilik yapamaz. Nesillerin karışmaması ve nesebin korunması amacıyla böyle bir düzenleme varken, ceza yasalarında da zinayı önleyici bir maddenin varlığı şarttır.
Yine yürürlükteki Medeni Kanun’un boşanmaya ilişkin maddelerinde zina boşanma sebepleri arasında sayılmış ve zinayı yapan eş açısından ağır kusur kabul edilmiştir. Yani hukuk mahkemelerinde kusur sayılan zina ceza yasalarında kusur sayılmamaktadır. Bir diğer deyişle hukuk mahkemelerinde suç sayılan zina, ceza mahkemelerinde suç sayılmamaktadır. Bu kanunların uyumu ve hukukun ruhuna aykırıdır.
Zina, tıbbi açıdan da toplum sağlığını tehdit eden bir suçtur. Zinanın sebebiyet verdiği bulaşıcı hastalıklar insanın toplumdan tecrit edilmesine veya ölüme kadar uzanan bir sonuca ulaşmaktadır. Zina eylemini psikolojik olarak da kişileri yıprattığı bilimsel verilerle ortaya konmuştur.
Yıllardır ülkemizde zinaya karşı cezalandırma müessesesinin olmayışı toplumsal kargaşayı beraberinde getirmektedir. Namus cinayetleri, kan davaları, fuhşiyata teşvik eden yayınların artması, yıkılan yuvalar, ortada kalan çocuklar vs. yaralar açılmaktadır. Mevcut iktidar zamanında kabul edilen ve yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda zinanın suç olarak yer almaması büyük bir eksikliktir. Yasa çıkmadan önce tartışılan ama Avrupa Birliği’nin baskıları neticesinde yasaya konulmayan bu hükümler gelinen süreçte toplumun yozlaşmasında başrol oynamıştır. 765 sayılı yasanın 440 ve 441. maddelerinde suç sayılan zina eylemi, daha sonra Anayasa Mahkemesince bu maddelerin iptal edilmesinden sonra boşluğa düşmüştür. Milletin değerlerini korumakla yükümlü iktidar ise eline geçen ilk fırsatta bu boşluğu doldurmak yerine, yeni TCK’de bu konuyu pas geçerek dolaylı yoldan bu cürüme ortak olmuştur.
Avrupa Birliği’nin gerek zinayı suç sayan yasa maddelerini engelleme gerekse eşcinselliğin önündeki engelleri kaldırma konusunda gösterdiği gayret ve dayatma milletimizin hassasiyetleriyle örtüşmeyen bir durumdur. Milletin arzusunun dışında, Avrupa Birliği’nin dayatmasıyla atılan her adım, uçuruma doğru atılan bir adım olacaktır.
Zinanın yaygınlaşmasına paralel olarak eşcinselliğin yaygınlaşması da insan fıtratına aykırı durumlardandır. Eşcinsellik toplumların yozlaşmasında önde gelen sebeplerdendir. Bununla beraber, Avrupa Birliği’nin KKTC’ye eşcinsel ilişkiyi suç sayan yasanın kaldırılması için yaptığı uyarı ve baskıların arka planını iyi irdelemek gerekmektedir. Zina ve eşcinsellik toplumların ortasına atılmış tahrip gücü yüksek bombalardır. Buna karşı her milletin ve o milletin temsilcisi olanların tedbir alması ve bunu yasayla düzenlemesi boynunun borcudur” şeklinde oldu.